Don Kişot
“Aylak okur: Bu kitabın, zihnin, düşünülebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim; buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak, tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta her şey, benzerini doğurur. Benim kısır, gelişmemiş, zekâm da, her türlü rahatsızlığın hâkim olduğu, her türlü hazin sesin duyulduğu bir hapishanede doğmuşçasına kuru, kırışık, maymun iştahlı ve çok çeşitli, kimsenin aklına gelmeyecek düşüncelere boğulmuş bir evlâttan başka ne doğurabilir!.. Ama Don Quijote’nin babası gibi görünsem de, üvey babası olan ben, âdetlere uyup, başkalarının yaptığı gibi, neredeyse gözlerimde yaşlarla, oğlumla göreceğin kusurları affetmen veya görmezden gelmen için sana yalvaracağım, sevgili okur.”
Cervantes, Don Kişot’u yazarken insanlık tarihinin aklını yüzyıllarca kurcalayacağını biliyor muydu! Sanırım ki bu aklının ucundan bile geçmemiştir. Bu şekilde düşündüğünüz zaman Don Kişot romanının kahramanın Cervantes olduğunu da söylemek mümkün. Belki de hiç olmayacak, hiçbir zaman meyhaneden dışarı çıkmayacak bir roman yazdığını sansa da aklının ucunun en uzak köşesindeki o umut, onu geleceğe taşımıştır. Don Kişot hayatını bir hiç uğruna harcayan asıl kahramandır elbette romanda, oysa yaşamda hayatını belki de bir hiç uğruna harcadığını düşünen Cervantes kazanmıştır, çünkü inancın getirdiği o büyülü etki kazananını ortaya koyar her zaman. Acı çeken, hapse düşen, kendince bir mücadele içine giren Cervantes bugün dünyadaki onlarca dilde en az bir defa aslından çevrilmiştir ve okunmuştur. Buradan baktığınızda, Don Kişot ve Cervantes arasındaki bağı görmeniz daha kolay olabilir. Boş işlerle uğraşan Don Kişot, uğraştıklarını insanların zihnine kazımayı başararak yaptıklarının aslında boş olmadığını kanıtlamıştır.
Kafasında bir tas, elinde bir sopa, üzerinde paslı bir zırh ve cılız atıyla yola çıkar Alonso. Amacı şövalyeleri yeniden ortaya çıkartmaktır. Oysa bakıldığında o yalnızca bir şövalye karikatürü olabilecek kadar şövalyedir. Maceradan maceraya atılmak ister, bunun için de tıpkı şövalyelerin yaptığı gibi bir kadın bulur kendine (en azından yakınlardaki bir köylü kızını bahane eder.) Kendine fiyakalı bir isim de seçer, Don Kişot. Zihninde canlandırmaya başladığı efsane parçaları tamamlanmaya başlar. Eksik olansa mekânlar ve düşmanlardır. Köhne bir han birden şövalyelik töreni yapılan bir şato olarak görünür ona, buradan çıktığında yol arkadaşı olacak Sancho ile karşılaşır ve onu türlü vaatlerle kandırır. Düşmanlarını da bulur yolculuk sırasında, yel değirmenleri, koyun güden çobanlar, makineler…
Akıl hastalığı boyutuna varan düşleriyle ve kendi yarattığı dünyasındaki mutluluğuyla ün yapmaya bile başlar Don Kişot. Ama olaylar nedense cansız varlıklarla iyi giderken, araya başka insanlar girdiğinde birden değişir ve bu değişim onun iyileşmesiyle birlikte yaşamına mâl olur.
Yazıldığı dönemden sonra sadece okuyucuları için değil, ardından gelen yazarlar için de karakter benzerlikleriyle ölümsüzleşmiştir Don Kişot. Dostoyevski’nin Prens Mişkin’i Don Kişot’luktan nasibini almış denir birçok yerde. Bir nebze de olsa doğrudur bu. Örneğin Mişkin’le de cansız nesneler arasında garip bir ilişki oluşur budalalığından ötürü, ‘kırılacak bir vazo’nun göze çarpması gibi. Sadece bu örnek bile onu Don Kişot’a yakınlaştırır. Kaldı ki daha sonra Flabuert’in Madame Bovary’si heyecanlı karakteriyle yine Don Kişot’a yaklaşır.
Türkiye’de nedense bir çocuk kitabıymışçasına yabana atılan Don Kişot’un nasıl bir süreç geçirdiğini görmezden gelmeniz olanaksız. Evet, Don Kişot Türkiye’de edebiyatla uzaktan ilgilenen biri için elli altmış sayfalık bir çocuk masalıdır. Oysa, Roza Hakmen ve Ahmet Güntan çevirmenliğinde ve Mine Urgan’ın düzeltmenliğinde ‘Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi’nde “Don Quijote – La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade” adıyla Yapı Kredi Yayınları tarafından 906 sayfalık bir çeviriyle yayınlanmıştır.
Cervantes’in ölümsüz eserini henüz okumadıysanız çok da şanssız sayılmazsınız. Çünkü bu eksiğinizi Yapı Kredi Yayınları’nın baskısıyla tamamlayarak belki de bu sene kendiniz için en iyi iyiliği yapmış olursunuz.
“Sen onun (Don Quijote) ne akrabasısın, ne arkadaşı, ruhun kendi bedeninde; gayet yetenekli, hür bir iraden var; evindesin ve kralın vergilerinin efendisi olduğu kadar, sen de evinin efendisisin; bilirsin, herkes kendi evinde kraldır. Bütün bunlar, seni her türlü saygı ve mecburiyetten azade kılıyor; kısacası, hikâye hakkında, kötü söylersen karalanmaktan, iyi söylersen, ödüllendirilmekten korkmadan, istediğini söyleyebilirsin.”