top of page

Ömer Seyfettin’den ‘Don Kişot’ tahlili

1917-1918 yılları arasında yayımlanan Yeni Mecmua’nın 37. sayısında, İspanyol romancı Miguel de Cervantes Saavedra’nın ‘Don Kişot’(İspanyolcası: Don Quixote) adlı romanını tahlil eden Ömer Seyfettin, “Büyük şaheserlerin hâlâ lisanımıza geçirilmemesi edebiyatımız için pek acıklı bir noksandır” diyerek başlar, makalesine. O şaheserlerden biri de, Don Kişot’tur. Okuduğu ‘Don Kişot’, Darüşşefaka Kütüphanesi tarafından neşredilmekle birlikte, romanın henüz birinci cildidir. Bu çerçevede serzenişini dile getirir: “Yazık ki bu kitabın ikinci cildi çıkmadı. Tercüme yarım kaldı. Çünkü birinci cilt satılmamıştı. Tab’ı nefisti. Fiatı, cildine, kâğıdının güzelliğine nisbetle ehvendi. Fakat isimlerini saklayan mütercimler, en âdi, en bayağı, en köhne bir ‘kitap lisanı’ kullanmışlardı.”

Hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bir roman olan Don Kişot’un ilk cildi 1605’de, ikinci cildi ise 1614’de yayımlanmıştır. Fakat Ömer Seyfettin’e göre her eser, tercümesinde aslının güzelliğini kaybetmektedir. “Basmakalıp terkipler” bulunan bir tercüme lisanıyla da, hiçbir söz tabiî söylenemez. Eser “bozulur” yani…

Lisan ve tercüme eleştirileri sonrasında Don Kişot’un ahlâkî vaziyetini, şahsiyetini, emelini ve aşkını tayin etmeye çalışan Seyfettin, halis bir idealist olduğuna inandığı Don Kişot okuyucusunun, romanın bitişiyle birlikte, müphem bir hüzne maruz kaldığını düşünür. Bir diğer yandan, okuyucu, Sancho’yu bile anlayabilecek bir algı seviyesine erişememektedir.

“Cervantes üç yüz yıl önce yaşamış bir İspanyol muharriridir. Birçok komediler yazmıştır. Yalnız Don Quichotte’u edebî kalmıştır. Üç yüz sene evvel ki bir enmuzec bugün muhakeme olunabilir mi? Üç yüz sene evvel ‘hayatı idrak tarzı’ ne kadar değişmiştir, değil mi? Fakat ruhumuzun bazı halleri vardır ki asırlardanberi aynı mahiyette durur. Eğer Don Quichotte’un zihniyetinden, hayatı idrâk tarzından bugün bir iz bulunmasaydı, bu şâheserin yaşamasına imkân yoktu. Cervantes’in tezi meydandadır: Şövalye romanlarını tehzil etmek… Fakat hayalinde yarattığı kahraman belki onun arzusunun hilâfına olarak canlanıyor. Hakikatin elemli bir çehresi gibi yaşıyor. Birinci ciltte garip, kaçık, bön, saf gördüğümüz Don Ouichotte ikinci ciltte nasihatçi, âkil, oldukça muvazeneli bir adam oluyor. Kitabı bitirdikten sonra kahramanı düşünmeğe başlarsak onun halis bir idealist olduğuna şüphemiz kalmıyor. Müphem bir hüzün duyuyoruz. Hayalle hakikatin çarpışmasından çıkan gülünç gürültü bir müddet bizi eğlendiriyor. Don Quichotte’un harekâtına bakarken ruhunu göremiyoruz. Sancho’yu bile anlayamıyoruz.”

Don Kişot’da, her şeyden önce “iman” olduğunu vurgulayan Ömer Seyfettin için o, yerdeki realiteyi görmeye tenezzül etmez. Çünkü “ideal aşkı”na tutulmuştur artık. Bu uğurda, feda etmeye hazırdır; canını bile… Peki, nedir o ideal?

“Don Quichotte kendi ferdiyetine, şahsına hiç ehemmiyet vermiyor. İdeali içinde fenâ bulmuştur. Yaşı elliye yakın… Zayıf, kemikli, uzun boylu… Şövalyelik kitaplarını vecd ile okuyor. Nihayet bu kitaplardan bir kütüphane vücuda getiriyor. Onun için yegâne serveti olan tarlaların yarısından ziyadesini satıyor, kitapları onu zaptediyor, fasılasız okumaktan, uykusuzluktan dimağı kuruyor, aklını oynatıyor… Görüyoruz ki Don Quichotte hasta… Amma ideali ruhunda sapasağlam duruyor.”

Rivayete göre, Cervantes bu eserini Cezayir zindanlarında yazmıştır. Ömer Seyfettin sorar: “Yaralanarak sakat kalan, kurtulup vatanına dönmek ümidi pek zayıf olan bir adamın ruhundaki hal nedir?” Bu soruyu, tek kelimeyle cevaplamaktadır: “Yeis…” Çünkü kırılan bir hayalle kahramanlığa, şövalyeliğe, fedakârlığa karşı bir itimatsızlık vardır Cervantes’de. Kahramanlık ve diğerkâmlık mefkûresini içeren şövalye romanlarının insanı delirttiğini ve gülünç bir vaziyete soktuğunu anlatır bu yüzden…

Eski çağlardaki şövalyeliğin devamının gerekliliğine inanan Don Kişot, sıska atı ve paslı zırhıyla bitmeyecek bir maceranın içinde bulur kendisini. Bu macera esnasında rastladığı köylü kızına âşık olmuştur ve onu soylu olarak görmektedir, artık ona da resmî şövalyelik unvanı verilmelidir, bu da Don Kişot’un başarılar kazanmasıyla mümkündür ancak. O’na göre, yolda karşılaştığı yel değirmenleri, kötülük yapan ve kötülüğü yayan çağın devleridir. Fakat her saldırısında yaralanmaktadır. “Gerçekçi” seyisi Sancho’nun uyarılarını dinlemeden…

Mesela, karşılaştığı koyun sürülerini birbirine saldıran iki ordu olarak görerek, zayıf olan koyunlara yardım eder. Koyunlarına saldırıldığını gören çoban ise oracıkta döver Don Kişot’u. Sonrasında uslanmaz. Bu defa da handaki şarapları kan zanneder, şişelere saldırır. Olan yine ona olur. Yaralıdır son şövalye…

Romanda görüleceği üzere, bu iman ve ideal adamı için; kardeşleri ve başkaları için çalışmak, fenalığı dünya yüzünden kaldırmak, insana düşman kuvvetlerle, devlerle, büyücülerle dövüşmek, aslî bir vazifedir. Merhametli ve adil bir kahraman olan Don Kişot’un bu riskli hayatı için, Ömer Seyfettin şöyle der:

“Ruhunda hodgamlığın gölgesi bile yok. Lâkin cahil, yüksek bir tahsil görmemiş amma bütün müessesata, dine, Allah’a, asilzadeliğe itikadı, hürmeti var. Aynı zamanda kendi hürriyetini düşünüyor. Başkalarının hürriyetini de ihmal etmiyor. Zaten uğraşması hep başkalarının hürriyetini temin etmek için değil mi? Bütün şahsiyeti fedakârlıktan, ihlâstan ibaret!.. Onun için son derece cesur! Hiç düşünmez, tek başına yüzlerce kişiye birden hücum eder. Gözünü ateşten sakınmaz. Mağlupluk hatırından geçmez.”

Don Kişot’un yaptıkları birçoğumuz tarafından “delilik” olarak algınadursun; esasında dövüştüğü yeldeğirmenleri sembolik birer nesneden ibarettir. O’nun dünyasında idealizmle materyalizm çatışmaktadır.

“Son şövalye”, ideali uğruna, içinde bulunduğu şartlara karşı şartlanmayı reddetmiş, kitaplardaki o erdemli hayatı layık görmüştür kendisine; mağdurların, mazlumların ve masumların safında yeralarak… Çünkü başka bir hayatın mümkün olabileceğine iman etmiştir. Karşılaştığı çıkmaz sokak, şairin ifadesiyle, bir başka yönü işaret etmektedir sürekli.

Don Kişot artık istikamet üzere yol almaktadır. Fakat orası, ütopyadır; ütopyaya kötülüklerle dövüşülerek varılabilir ancak. Don Kişot, en yakınında bulunan seyisi SanchoPanza’ya rağmen ulaşmayı ülkü edinmiştir oraya. Fakat Sancho, maceranın bir an önce son bulmasını ve efendisinin gerçeklerle yüzleşmesini ister. Gerçekler nerededir? Başkalarının inşa ettiği o gerçekleri reddetmesi gülünç kılmaya yeter, Don Kişot’u. Fakat yaşanan mağlubiyet,yıldırmaz onu, daha da güçlendirir. Çünkü o, hayatın gerçeklerine rağmen kendi gerçekleriyle yaşar. Dövüşerek…

“Çok büyük ruhlu, çok mütevazı, çok merhametli bir kalp sahibi” olan Don Kişot, Ömer Seyfettin’e göre çelikten daha pek bir iradeye sahiptir. O’nu överek, tahlil eder: “Yapacağı büyük işe vücudu, sıhhati, kuvveti müsait midir, bunu hesaba katmağa hacet görmez. Yalnız çelikten daha pek bir ‘irade’si vardır. Emeli, sabit fikir halindedir. Emeline erişmek için koşar, etrafına bakmaz. Deli gibidir. En bariz, en aşağı hakikatler vecdinin ateşiyle eriyor, yeldeğirmenlerini, koyun sürülerini dev, düşman kümeleri halinde görür, mızrağını çeker, saldırır. Emeli o kadar kuvvetlidir ki… Hiç başka bir şey düşünemez. En kaba tecavüzlere maruz kaldığı zaman, sanki hakikatten haberi yoktur. Ulvîdir, lâfı, tavrı, hareketi hep yüksektir. Ahlâki kuvveti bir an zayıflamaz. Emelinden başka şeye karşı kayıtsızlığı pek samimi, pek tabiîdir. Geçirdiği badireleri aklında tutamaz. Bir saat sonra unutur. Aklını, hatırasını dolduran mefkûresinin şahıslarıdır. Tasavvuru ‘eski zaman şövalyeleri gibi rastgeldiği fenalıkları ortadan kaldırmak, haksızlıklara mâni olmak, macera peşinde dolaşmaktır.’ Yavaş yavaş sönen gezginci şövalyelik müessesesini uyandırmak kadar vatanı için faydalı bir şey olamayacağına kaildir…

Don Quichotte’da ‘iman’dan sonra en bariz bir surette göze çarpan haslet ‘vazife hissi’dir. Yüksek bir emrin, bir vazife emrinin icrasına çalışır. Bu emri yerine getirmek için her türlü sefaletlere katlanır. Mükabilinde hiç şahsî bir menfaat düşünmez. Üstü başı perişandır. Tolgasının yarısı mukavvadandır. Sefildir, hattâ açtır. Fakat bunlardan hiç birisinin farkında değildir. Çok fakirdir, acizdir, ihtiyarcadır. Bununla beraber dünyanın zulüm görenlerini kurtaracak bir kuvveti kendinde bulur. Kendinden hiç şüphesi yoktur. Öteye, beriye hücumlarında neticeyi, faydayı, teferruatı düşünmez. Çünkü maksadının esası fedakârlıktır. Halbuki hiçbir fedakâr, hareketinden sonraki neticeyi hesap edemez. Hesap ederse, yaptığı ‘fedakârlık’ denmez.”

Geçen neşemizin izi: Derin bir hüzün

Hayatta her şey gibi, neşenin de sonuna geldiğimizde, hüzünle avunuruz. Fakat Don Kişot vesilesiyle karşılaşılan hüzün derinlemesine sinmektedir muhatabına. Barut devrinin kılıç kahramanıdır O. Saf idealizmi temsil etmeye devam etmektedir çağımızda…

“Gerçekler acı” olarak âdeta kuşatmıştır Don Kişot’u. Bir kafese yerleştirilerek, evine götürüldüğünde, yıkıcı bir hüzün bırakır ardından. Güya, iyileştirilecektir. Fakat alıkonulsa da, yaralarını gururla taşır üzerinde.

“Don Quichotte’un ölümü pek hüzünlüdür. Cervantes burada insafsız şakalara kalkmaz. Lâkin bir uşak yine rahat durmaz. Zavallıya son nefesinde teselli vermek ister. ‘Yakında yine yeni maceralar peşinde dolaşacaklarını’ söyler. Fakat Don Quichotte inanmaz, herkesten af diler. Asıl ismini söyler: ‘Ben artık Don Quichotte inanmaz, herkesten af diler. Asıl ismini söyler: ‘Ben artık Don Quichotte değilim’ der. Bu eseri üç yüz senedir okutturan, Cervantes’in mübalâğalı, iptidaî, kaba şakaları değil, Don Queichotte’un ruhudur. O, daima vecd içinde yaşayan, vecdi içinde kendini kaybetmiş olan bir adamdır. Etrafında yapılan münasebetsizliklere yabancıdır. Ulvi bir fikrin saltanatı altında, kendi kendine uydurduğu, fakat bütün kuvvetiyle iman ettiği hayalî bir âlemde yaşar.Ulvi bir fikrin, mutaassıp hizmetkârıdır. Fakat bu fikir, hayata uymaz. Eski, cansız bir mazi ‘hal’ içinde yaşamağa kalkarsa tabiî gülünç olur. İşte Don Quichotte mazi olmuş, masala geçmiş bir hayatı, şövalyeliği yaşatmak istediği için ‘hal’in taarruzuna uğruyor. Barut devrinde kılıç kahramanlığı iflas etmiştir. O, bunu düşünmüyor. Her adımda ‘masal’ı ‘tarih’ zannedenlerin idealine, realitenin ibramına göre şekil veremeyenlerin hüsranına düşüyor.”

İlgili makalesinde son olarak, Don Kişot’un, realitenin altında ezilirken ulvî ruhunun daima yüksekte kaldığını hatırlatır Ömer Seyfettin. “Onu çok seviyoruz” diyerek devam eder: “Güldükten sonra, hakkında merhamet, hürmet duyuyoruz. Geçen neşemizin izi derin bir hüzün oluyor.”

______________________________

*Şerif Oktürk, Ömer Seyfeddin, Hayatı Sanatı ve Eserleri, Türk Yazarlar Dizisi, Gökşin Yayınları, 1984

Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Henüz etiket yok.
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page