top of page

Don Kişot ve Sembolojisi

Norveç Nobel Enstitüsü’nün 50 ülkeden 100 yazar arasında yaptığı “dünya edebiyatında en temel ve en iyi 10 eser hangisi” yarışmasında Sheaskpeare, Dostoyevski, Tolstoy gibi isimleri geride bırakan İspanyol yazar Cervantes’in “Manchalı Soylu Şövalye Don Quijote” adlı kitabı, bize ne aktarmaya çalışıyor? Aşağıdaki küçük denemede, kitabın linguistik, edebi, tarihi yanı değil, sembolojik, felsefi yanı ele alınmaya çalışılmıştır.

Ancak buna başlamadan önce dönemi ve yazarı kısaca tanımak, kitabı daha iyi anlamamızı sağlayabilir: Eserin yayınlandığı 1600’lü yıllar, ortaçağ zamanlarıydı, ne eklektikti ne hoşgörülüydü. Toplumsal platformda yöneticilerin ve içsel/dini platformada kilisenin yozlaşmışlığına karşı reform yapılması gerektiği giderek artan bir sesle söylenmeye başlamıştı. Bu reform hareketleri sonuç vermiş ve her yönde (sanat, bilim, politika, inanç) etkisini gösteren yeni bir dönem (Rönesans), Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde farklı zamanlarda yaşanmaya başlanmıştı. Edebiyat da bu değişimden nasibini almış ve o döneme kadar sadece latince basılan kitaplar, yazarların kendi özgün dillerinde yazılmaya başlanmıştı. Geleneksel kültürde bir amaç değişikliği yaşanmaya başlanmıştı. Artık herşeyden önce kutsal kitapların içerdiği gerçekleri aydınlatmak değil, toplumun gelecek önderlerini klasik felsefe ve tarih incelemeleri aracılığı ile yönetim sanatında (politika) eğitme hedefi gözetiliyordu. Petrarca, Francis Bacon, Shakespeare, Dante bu dönemde mitolojik, sembolik, politik, psikolojik çalışmalarla dikkatleri insana ve toplum yaşamına çektiler. İnsanın kendi bilincine varmasına, bireyin gelişimine ve yaratıcılığa önem verdiler. Cervantes de bu akımın içersinde yerini aldı.

Cervantes’in Hayatı ve Kitabı Hakkında

1547 yılında soylu ama yoksul bir ailenin oğlu olarak doğan Miguel de Cervantes Saavedra, edebiyata hümanist öğretmeni Lopez de Hoyos’un gözetiminde şiirle başlamıştı ancak edebiyat, yoksulluğuna çare olmayınca başka alanlarda çalışmak zorunda kaldı. Önce bir oda hizmetçisi olarak İtalyan Kardinal ile Roma’ya gitti. Roma’da çok kalmamakla birlikte, Madrid’in dar düşünsel ortamından Hristiyan dünyasının merkezine gelmesi, dünyaya bakışını önemli ölçüde genişletmiştir. Asker oldu, Osmanlı donanmasıyla yapılan İnebahtı savaşında kolunu kaybetti, Cezayirli korsanların eline geçip köle oldu. İspanya’ya dönebildiği 37 yaşında (1584) evlendi ve ertesi sene ilk romanı La Galatea’yı yazdı. Hala yoksuldu ve erzak görevlisi oldu ancak defterlerdeki eksiklikler/yolsuzluk iddaaları nedeniyle hapse girdi. Bu arada güldürü öyküleri ve tiyatro eserleri yazıyordu. Mayıs 1595 yılında Zaragosa’da yapılan bir şiir yarışmasında birincilik ödülü kazandı. İki cilt olan Don Quijote’un ilk cildi 1605 yılında basıldı ve ilk basıldığı yıl beklenmedik bir başarıyla altıncı baskısını gerçekleştirdi. Tam on sene sonra ise (1615), eserin ikinci baskısı yazıldı. İlk baskısına çeşitli eleştiriler getirenlere yanıtını ikinci kitapta “insan ak saçlarıyla değil, yıllar geçtikçe bilenen zekasıyla yazar kitapları” diyerek yanıt verdi, yazar. Bahçede kitap okurken gülme nöbetine tutulan bir öğrenciyi sarayın balkonunda gören Kral III.Philip’in, “şu adam ya deli ya da Don Quijote okuyor” dediği söylenir. Cervantes Don Quijote’nin ikinci cildinin yayınlanmasını takiben 22 Nisan 1916’da hastalanarak öldü.[1]

Cervantes, Don Quijote‘nin canlandırmaya çalıştığı idealler ile gerçeklik arasındaki fikir ayrılığını, o zamanın edebiyatının şiddetli eleştirisi ile gözler önüne sermiştir. Don Quijote’nin sembolizmi tüm zamanların insan varlığı üzerine yapılmış bir çalışmayı yansıtır. Don Quijote ile Sancho Panza’nın ölümsüz tipleri karşıtlıklarıyla insanın iki yönünü simgeler. Ayrıca romandaki bütün tipler, ne kadar önemsiz olurlarsa olsunlar, bu iki temel figür karşısında silik kalmazlar; her biri gerçekle, yaşamla doludur. Söz konusu gerçeklik ve doğallık yeteneği, Cervantes’in bir yalınlık, canlılık ve nükte örneği gibi cömertce yaydığı konuşmalarda da görülür. Bu eleştirili yapıt hiçbir zaman karamsar ya da iç karartıcı değildir; tersine, çok içten bir neşe havası taşır.[2] Cervantes, Don Quijote’da hedefinin yalın bir dille gerçek yaşamın bir portresini çizmek olduğunu söyler. Eserlerinde dünyayı değiştirme umudunu hiç kaybetmeyen Cervantes, İspanyol edebiyatında büyük bir yenilikçi ve seçkin bir deha olarak, psikolojik öykünün de yaratıcısıdır.[1]

Genel Olarak Kitap Özeti

Şövalyelik kitapları okuyan ve kahramanların hayatlarından etkilenen yoksul soylu Quijote, onlar gibi macera aramak, “devletin iyiliği” için, “mutsuz insanlara yardım etmek”, “insanlığın baştan çıkmasını önlemek” ve “adaleti kurmak” için gezgin şövalye olmaya karar verir. Böylece eski bir zırh kuşanır, bacaklarında derman kalmamış/cılız atı Rosinante’ye binerek onur ve zafer için macera peşinde koşar. Ama bu arada Dulcinea adını verdiği düşlerinin kadını yüzünden alaya alınır. Ancak önce şövalye olarak kutsanması gerekir. Şato sandığı handa, hancı/şato sahibi tarafından şövalye ünvanını alır. Gurur içinde köyünün yolunu tutan Don Quijote, çileden çıkardığı bir grup tüccardan iyice dayak yer. Acınacak bir biçimde evine getirilen Don Quijote’u, yeğeni tedavi eder. Papaz ile berber bir araya gelerek onu yoldan çıkardığına inandıkları, ”bütün kötülükleri doğuran” kitapları yakarlar. Bununla da kalmaz, dostlarının hastalığına karşı buldukları çarelerden biri de kitaplığın kapısını ördürmek olur. Böylece Don Quijote kitapları bulamayacak, sebep yok olunca hastalık da sona erecektir. Ama Don Quijote bu kez Sancho Panza adında safdil bir köylüyü bir adanın valiliğini vaad ederek yanına alır ve yollara düşer. Başından komik ve trajik olaylar geçer. Yel değirmenleriyle savaşır, koyun sürüsünü ordu sanır, hanı şato sanıp para ödemeye yanaşmaz ve dayak yer. Böyle bir çok serüvenden geçer ki çoğu zaman da yenilir ve dayak yer; ama cesaretini kaybetmez. Berber ve papaz, toplumdaki diğer kişilerden farklı olduğu için deli ünvanını alan Don Quijote’a oyun oynarlar ve onu kafese koyarak evine getirirler. Yatak olarak yıldızların altını seçen, yemek olarak kuru ve soğuk ekmek parçasını yiyerek günleri geçen, ancak davet edildiklerinde sıcak bir ortam bulan Don Quijote, yaşının da verdiği (50’li yaşlar) zayıflıkla bitkin düşmüştür. Biraz evinde dinlendikten sonra tekrar maceralarına çıkar. Onu bu çılgınlığından döndürmeye çalışacak bir öğrenci ile arkadaş olur ama nafile... Dulcinea’yı görmeye gider ama o, dünyalar güzeli çirkin bir köylü kadını şeklindedir, büyücülerin etkisi altında olduğunu düşünür. Panayırcıların aslanlarıyla dövüşmeye kalkışır ve ismini bu macerada Solgun Yüzlü yerine Aslanlı’ya çevirir. Bir çok serüvenden sonra kahramanlar, bir şato sahibinin konuğu olurlar. Burada da onu deliliklerinden döndürmeye niyetli öğrenci tekrar ortaya çıkar; bu sefer göğüs göğüse yaptıkları bir dövüşte yenilir ve evine dönmeye zorlanır. Evine döndükten sonra Don Quijote düşlerinin gerçekleşemeyeceğini görerek, maceralarından vazgeçer ve kahramanlıktan yoksun olarak gözlerini kapatır.[2]

Semboloji Üzerine

Bu konu üzerine yazmaya başlamadan evvel, metni çözmek için kullanılan anahtarı anlatalım. Bir çok kültürde “İnsan Nedir?” sorusuna verilen yanıt, kitabı çözmekte kullanılan ana anahtardır. İnsan, birey (individio-ölümsüz) ve kişilik (persona-maske) adlarını alan iki kısımdan yani onu ilahi olan ve yersel olana bağlayan maddi ve manevi taraflardan oluşmuştur. Kişilik, fizik bedenimiz, hayatsallığımızı veren enerjimiz, duygularımız ve arzularımızın yönlendirdiği aklımızdan oluşmaktadır. Birey kısmımız ise, bizi ebedi olana bağlayan, saf zeka, sezgi ve irade ile kuşatılmıştır. Her insanda tüm bu özellikler vardır ama kimi özellik çok baskınken kimi atıl bir potansiyel olarak içinde durmaktadır. Kişiliğimiz, gerçek benliğimizi maskeler ve Cervantes bu maskelerin çeşit çeşit olduğundan bahseder: “..Kıskançlar, unutulmuşlar, hatta kaçıklar için bile hazır, ölçülüp biçilmiş, giyenin kişiliğine uygun kılıklar var.”

“Bir silah sahipsiz, bir şato efendisiz kalmamalı” diyerek, kişiliğin birey tarafından yönetilmesi gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bu noktada, insanın içinde kimin efendi kimin şato olacağı konusunda birey ve kişilik arasında bir savaşa dikkat çeker: İç savaş. Bir tarafta kişiliğimizin istekleri, oburluk, tembellik, şehvet, öfke ve bencillik, diğer tarafta güzellik, saflık, irade, erdem, adalet, uyum ve denge. “Savaş sanatı bütün öteki sanatlardan zordur” diyerek içimizdeki bu savaşın çok çetin olduğunu bize aktarır. Çıkarlarımız, arzularımız söz konusuyken gündelik hayatta dürüst, cömert, cesur, adil olmak kolay değildir. Bu yüzden savaş vardır, doğru olanı biliriz ama onu uygular mıyız; belli değil! Evet bugün de bir savaş vardır ama neyin savaşı: “Bakın, bakın... Kimisi kılıcı (irade/yasa) için kimisi atı (mal) için, beriki kartalı (spirit) için, öteki tolgası (mal) için savaşıyor, birbirimize saldırıyor ama neden dövüştüğümüzü bilmiyoruz. Yaklaşın hele sayın yargıç, sayın papaz: Biriniz kral, diğeri de kral... El sıkışın barışın, yüce Tanrı da biliyor ya, bizim gibi soylu kişilerin (insanoğlu), böyle yok yere boğazlaşması utanılacak şey.” “..şu dünyanın zevkleri gölge gibi, düş gibi bir şey, gelip geçici, tarlalardaki çiçekler gibi kısa ömürlü”dür halbuki. “Yeryüzünde geçici bir süre kalan insanoğlu, üne bir ölümsüzlük ödülü gibi sarılmaktadır. Ama gezginci şövalyeler, şu yaşadığımız çıtkırıldım yüzyılda elde edilecek bir ünün boş gururundan çok, yedi katlı gökyüzünde sonsuza dek sürecek ileriki ünü düşünürüz, çünkü bugün elde edilecek şan, şeref şu ölümlü dünya ile yitip gidecektir… Bizler hem yeryüzündeki devleri, hem içimizdeki boş gururu yenmeliyiz.. Kıskançlığın yerine iyiliği ve eli açıklığı, öfkenin yerine ölçülülüğü ve dinginliği, oburluğun ve uyku düşkünlüğünün yerine tokgözlülüğü ve uykusuz geceleri, şehvet düşkünlüğünün ve şatafatın yerine de tertemiz sevgiyi geçirmeli, iyi bir şövalye olabilmek için fırsat kollayarak tembelliği yenmelidir..” “Her şövalye, şövalye adına layık değildir; kimisi som altındandır, kimisi de kaplama... Görünüşte hepsi şövalyedir, ama gerçek denen mihenk taşına vurulmaya gelmez kimisi. Bir bakarsınız ne idüğü belirsiz bir takım adamlar şövalyelik taslıyor, asıl şövalyelerse, sıradan insanlar gibi davranıyor. Uğraşını tutkuyla seven, erdem yolundan ayrılmayan yükselir, gevşeklik gösteren ve günah yoluna sapansa düşer.” Savaş var, çünkü GERÇEK denilen mihenk taşında hepimiz deneniriz.

Cervantes, kişiliği, Sancho özelinde o kadar güzel bizlere aktarmıştır ki onu kendimize çok yakın hissederiz, bize çok “insani(!)” gelir. Don Quijote, Triad veya insanın ölümsüz kısmını tamamlayan, ona yoldaşlık eden Sancho (silahtar), Clemente Gonzales’inde yazdığı gibi kişiliğimizin ihtiyaçları, içgüdüleri, alışkanlıkları ve kusurlarıyla karşımızdadır. Bu yüzden bize yakın gelir, çünkü mükemmel değildir. Don Quijote gibi mükemmelleşmeye de çalışmamaktadır… Ama doğanın yasası ve evrim biz istesek de istemesek de mükemmelleşmek için bizi zorlamaktadır. Kimi bunun farkındadır, kimi ise değildir…

Cervantes, eserinde insanoğlu’nun hayattaki amacına değinmiş ve bunun için mücadele etmesi, gerekiyorsa savaşması gerekliliğini Don Quijote’nin traji-komik görüntüsünde bizlere ulaştırmıştır. Bu eserin evrensel niteliği de bu amaçta yatmaktadır. İnsanın amacının “ruhunu ilk yuvasına kavuşturmak” olduğunu, yani ruhun (soul-nefs) evrendeki birliğe, spirite ulaşması olduğunu yazmıştır. Bu amaç doğrultusunda kişilik, bireyin aracı olmalıdır.

Etik Üzerine

Cervantes, bu savaş sırasında Don Quijote’nin eline çok sert bir silah vermiştir: Etik anlayış. “Bugünse, tembellik aracılığıyla, aylaklık çalışkanlığa, günah erdeme, ödleklik yiğitliğe dönüşmüştür.” Etik, günlük ahlak değerlerinin tersine kuramsaldır, evrenseldir, zamansız /mekansız ve kişiye göre değişmeyen, her zaman tutunabileceğimiz referans noktamızdır. Don Quijote, ilkelerine sonuna kadar bağlı bir kahramandır. “Şeref ve erdem ruhun süsüdür.” Boston üniversitesinden Romantik Diller Bölümü hocalarından Ernest Siciliano ondaki erdemin özünü Stoiklerine bağlar. 55 olaydan 36’sının ahlaki değerlere yönelik olduğunu tespit etmiştir. Don Quijote bir şövalyenin davranışlarını şu şekilde tanımlar: “Tanrı’ya ve kendi yavuklusuna (yavuklu-ruh) inanmalı, düşünceleri iffetli, konuşmaları utangaç, davranışları cömert olmalı, güçlüklere sabırla göğüs germeli, çarpışmalarda yürekli, yoksullara karşı merhametli davranmalı, kısacası doğrudan yana olmalı ve canı pahasına da olsa, doğruyu savunmalıdır, gezginci şövalye işte bu irili ufaklı niteliklerle bezenmiş adamdır.”

Artık kimsenin uymadığı erdemleri herkese karşı savunmayı kendine bir iş edinmiştir. “Kendisini bekleyen o kadar öcü alınacak hakaret, düzeltilecek yanlışlık, onarılacak çılgınlık, cezası verilecek yolsuzluk, ödenecek borç vardı ki gecikmesinden dolayı yeryüzüne çökecek acılardan kendisini sorumlu tutuyordu.“ Sorumlukluk duygusu-ödev kavramı o kadar gelişmişti ki, insanın hayatta bir amacı olması gerektiğini ve o görevi yerine getirmek için yaşaması, gerekiyorsa ölmesi gerektiğini bize aktarmaya çalışmıştır. Bu noktada belki kendimize sormalıyız; hayata zevk, şehvet, iştah için mi geldik, yoksa başka bir nedeni olabilir mi?

Başkaları varken değil, her zaman erdemli olmak gerekliliğini güzel bir şiir ile açıklar: “Pedro duyuyor arttığını acı ve utancının, doğan günle birlikte: Bütün gözlerden ırak olmasına rağmen, işlediği suçtan kendi kendisine utanç duyuyor çünkü. Temiz bir yüreğin acı çekmesi için, suçunu başkalarının bilmesine ihtiyaç yoktur. Ayaklarının altındaki toprak, başının üstündeki gök... Yeterli tanıklardır işlediği suçun.”

Bireye ulaşmak için erdemler kullanılır ama “…erdem, iyi insanlardan ne kadar saygı görürse, kötülerden de o kadar nefret görür… Bir suçtan ya da günahtan ötürü değil, değerli ve erdemli insanları kıskanan kötü ruhlu büyücülerin hışmına uğradığı için bu kafese kapatılıp öküz arabasına bindirildi”. Bugün de, doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuyorlar mı?

“İnsanı mutlu kılan şey, yığınla para, pul sahibi olmak değil; bunları kullanış biçimidir. İnsanoğlu elindekini harcamayı bilmelidir. Yoksul bir şövalyenin elinde ise soyluluğunu gösterebilmek için erdemden başka araç yoktur. O ancak dili terbiyeli, ince, ölçülü, küstahlık etmeyen, dedikodu yapmayan, yardımsever, gurursuz bir insan olarak kendini sevdirebilir.” “Güzel dilin temeli akıldır. Dil, kullanıla kullanıla güzelleşir.” En ihtiyatlı adamın bile ruhuna sızan iki düşmana , boş gurur ile ikiyüzlülüğe açık kapı bırakmamak için gösterişe yeltenmemek gerekir.

Bugün bu etik değerler saptırılmıştır. Herkes tarafından ihtiyaç olarak hissedilir ama kimse tarafından uygulanmaz. Hatta etik değerleri sorgulanır; “kime göre doğru?, kimin ki kadar cömertlik?” gibi… Hayatımızda yolumuzu şaşırdığımız zaman, bize deniz feneri olabilen bu unsurlar kişiye, mekana ve zamana göre değişmez. Oysaki “Tanrı ya da talih senin karşına, bütün dünya kuyumcularının en katıksız, en değerli taş diye gördüğü harika bir elmas çıkarsa, sen de bunu bilsen ama sonra onu alsan, bir örsün üstüne koysan ve dayanıklı mı diye, sahici mi diye tepesine bir çekiç indirsen, akıllıca bir iş mi yapmış olursun?” [13] Erdemleri biliriz ama onları uygulamak işimize gelmez.

Don Quijote bir semboldür. Göremediğimiz ama gerçek olan, görünmez bir dünyanın, görmediğimiz bir şeyin fiziksel temsilidir. Bu şekilde bize, fiziksel bir görünüş altında sembolik bir dil sunulmaktadır. Bu sembolik dilin amacı, görmek isteyenlerin gözünde, kendi ahlaki özündeki saklı gerçekleri keşfetmekten başka bir şey değildir. [3]

Tarih Üzerine

Tarihe ve tarihçinin nasıl olması gerektiğine de dikkat çeker eserinde. “Her işi zamanında yapan, sadık, tarafsız biri olması, çıkar, korku, hınç ya da tutku yüzünde , akışıyla tarihi meydana getiren doğrudan ayrılmaması gereken” kişidir tarihçi onun için. “Tarih dediğimiz şey zaman ile atbaşı gider, eylemlerimize arşivlik, geçmişe tanıklık, şimdiki zamana örnek teşkil eder ve onu geçmişe bağlar; geleceğin habercisidir.”[15] Bu noktada Stoik Romalı filozof Cicero’nun tarihin, insanlığın yığılmış tecrübesi olduğu lafını da hatırlatarak Don Quijote’un konuyla ilgili lafına bakalım: “Atasözlerinin hepsi, tüm bilimlerin anası olan yaşantının, deneyimin kendisinden gelmişlerdir.” Platon kısaca antik çağ filozoflarının bahsettiği zamanın devirselliğinden söz eder ve onları tanımlar. “Eskilerin Altın Çağ dedikleri talihli yüzyıl... Bizim şu ‘Demir Çağı’nda (Kali Yuga derler Hintliler) pek değer verilen altın o zamanlar kolayca bulunduğu için değil; o çağda yaşayanlar benimki, seninki gibi lafları tanımadığı için bu adı alan yüzyıl… O zamanlar yalnız barış, dostluk ve uyuşma vardı… O zamanlar güzel ve yapmacıksız çoban kızları, yüzlerinde utancın ince tülünden başka bir örtü taşımaksızın dolaşırlardı… O zamanlar aşk sözleri, yürekten geldiği gibi katıksız, basit ve içtendi… Adalet hala tamdı, ne çıkarlar ne de lütuflar onu zedelememişti. ”

Kitapta ayrıca tarih ve mitoloji birlikteliği göze çarpar. “Şövalyemi, bu uzun söylevi, kendisine Altın Çağı hatırlatan meşe palamutu yüzünden çekmişti.” Meşe, Grek mitolojisinde Zeus’un kutsal ağacıdır. Maceralarından birinde ,ki orada ormanda kalmaya karar vermiştir, mitolojiden alıntılar yapar: “Geri döndüğün zaman, tıpkı labirente giren Theseus’un ipi gibi, bu dallar, gelip beni bulmana yardım eder.” Burada acaba maddi dünya içinde ruhumuzu modern psikolojide üst benlik denilen spiritimizi kaybettiğimiz ve ona geri dönmek için felsefeyi kullanışımız mı aktarılmaktadır?

Kıssadan Hisse

Hayat bir tecrübedir; tecrübe ise, içeriği ne olursa olsun, zaman içinde bir akış, süreklilik, sonsuzlukta renk renk ışıldayan bir şeyi yaşama olayıdır. Tecrübe, bir yönü ile bir an için (bazı kimselerde hayat boyunca) duruluk, canlılık, şiddet ve derinlik kazanabilir. Tecrübeye böyle bir şiddet ve açıklık vermek sanatın işidir. Sanat sadece heykel, resim, senfoni demek değildir. Sanat, hayatı anlayan zekanın, onu en ilgi çekici, en güzel şekillere sokması demektir. Düzene girmek ve uyumu yakalamaktır. Bu sadece maddenin düzene girmesi değil, aynı zamanda hayatımızın da düzene girebilmesidir. Bir sanatçı gibi her gün hayatımızı işlemeli ve bezemeliyiz.

“Yeryüzündeki en gerekli insanın gezginci şövalye olduğunu, onun yardımıyla yeryüzünün tekrar düzene kavuşacağını” ileri sürüyordu. Aktif felsefe yapmayan, savaşmayan, öğrendiklerini hayata aktarmayan bir kişiyi, kafesteki Don Quijote şöyle tanımlıyor: “Büyülüyüm, bu da vicdanımı rahatlatmaya yetiyor. Çünkü büyülü olmadığımı ve yoksulları, yüzüstü bırakılmışları, belki de en çok ihtiyaç duydukları anda yardımsız koyarak şu kafesin içinde eli kolu bağlı oturduğumu düşünsem, bütün huzurum kaçardı.” Don Quijote’un bu sözünü, materyalist dünyada yaşayabilmek için sadece bu düzenin şartlarına göre yaşamanın dışında bir alternatifi olmadığını düşünenlere ithaf ediyorum… Benzer bir sözü Matrix filminde, gerçeğin savaşçılarına sırtını dönen ve onları sanal alemin polislerine teslim etmeyi planlayan yorgun savaşçının ağzından da duyuyoruz: “Sekiz yıllık savaşım sonunda şunu anladım ki cehalet mutluluktur!” Burada bir kere daha şövalye olabilmek için yorulmak ve terlemek gerektiğini hatırlatan ve bunu eylemsiz kişiden, sadece dileyen ama hareket etmeyen kişiden daha değerli sayan Don Quijote’un sözlerini hatırlatalım. “Tanrı beni şu demir çağını, altın çağ haline getireyim diye yarattı.”

“İnsan yatağını nasıl yaparsa, öyle yatarmış.” Sizi Don Quijote’un lafları ile şövalye olmaya çağırıyorum: “Ey şövalye! Her kim olursan ol, önünde durup seyrettiğin şu gölün karanlık sularında yatan hazineyi ele geçirmek istiyorsan cesaretini göster, at kendini şu kaynar sulara. Bunu yapamazsan, karanlıklarda uyuyan yedi perinin yedi harika şatosunu görüp hayran olmaya layık değilsin demektir.”

Son söz olarak; bu zengin ve faydalı hikayenin sizlerde yavaş yavaş araştırma ve derinleşme hevesi yaratmasını diliyorum.

Notlar

1. Ana Britannica Ansiklopedisi, Cilt 5, Ana Yayıncılık, 1987

2. Gelişim Hachette Ansiklopedisi, Cilt 2, Sabah Yayınları, 1993

3. Don Quijote’de Sembolizm, Clemente Gonzales, Enfinge Dergisi, Mayıs 2001, İspanya

4. Don Quijote, Cervantes, Cilt 1, Sosyal Yayınları, 2001

5. Don Quijote, Cervantes, sayfa 80, Cilt 1, Sosyal Yayınları, 2001

6. a.g.e. sayfa 375

7. a.g.e. sayfa 86

8. a.g.e. sayfa 504

9. a.g.e. sayfa 139

10. a.g.e. sayfa 137

11. a.g.e. II cilt sayfa 174-175

12. Don Quijote, Cervantes, sayfa 41, Cilt 1, Sosyal Yayınları, 2001

13. a.g.e. sayfa 363

14. a.g.e. sayfa 522

15. a.g.e. sayfa 98

16. a.g.e. sayfa 202

17. a.g.e. sayfa 107-108

18. a.g.e. sayfa 109

19. a.g.e. sayfa 268

20. Sanat ve İnsan, Irwin Edman, MEB Yayınları, 1991

21. a.g.e. sayfa 81

22. a.g.e. sayfa 537

23. a.g.e. sayfa 188

24. Don Quijote, Cervantes, Cilt II, sayfa 21, Sosyal Yayınları,2001

25. a.g.e.sayfa 545

Yeni Yüksektepe Dergisi, Sayı 39-40

Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Henüz etiket yok.
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page